EM HENE: BİZ VARIZ

12 Eylül darbesinin ardından tutuklu oğlunu ziyarete gider bir anne. Yolculuğu boyunca diğer oğlu bir cümle ezberletir annesine. Yol boyunca anne aynı cümleyi tekrar edip durur. Oğlunu gördüğünde ağzından başka bir cümle çıkmamalıdır, dili yasaklıdır çünkü. Bu coğrafyada Kürt olmadığı gibi Kürt’ün dili de yoktur, yasaktır. Varlığımızı, devletten daha iyi bilecek değiliz elbette (!) Oğlunu gören anne ezber ettiği cümleyi söyler, annesine cevap veren oğul sorar bu kez annesine ama annesi ezber ettiği o cümleyi tekrarlar; “Kamber Ateş, nasılsın?” Dil dendiği zaman aklıma ilk İpek Ateş’e yapılan bu işkence gelir (Yattığın yer incitmesin seni).

Geçtiğimiz haftalarda benim de izleyicisi olduğum “Şahsiyet” dizisinin bir bölümü sosyal medyada dolaşımdaydı. Evet mahkeme sahnesi ve “bilinmeyen” olarak kayda geçirilen Kürtçe. Kürtçe bir dildir. Varlığı kimsenin tekelinde olmayan Kürt halkına ait bir dildir. Bakmayın seçilmiş milletvekilleri Kürtçe konuştuğunda tutanaklara “x”, mahkeme salonlarında “bilinmeyen bir dil” olarak yazsalar da Kürtçe, bilinen bir dildir. Bu dilin yok sayılması, “bilinmeyen” olarak kayıtlara geçmesi, seçimden seçime akıllara gelen yirmi milyona yakın halkın yok sayılmasıyla eş değer bir durumdur. 

Hâlâ bu noktada mıyız?

Dizinin dolaşımda olan sahnesini izlerken öfkelenmiştim. Oysa dizi bu coğrafyanın bir gerçeğine değinmişti, değil mi? Bu açıdan bakarsak evet, Türkiye şartlarında, azımsanmayacak kadar hafızası zayıf olan bir halka, milliyetçilik üzerinden ilerleyen bir seçim sürecinden sonra, yaşatılan onca şeye rağmen hâlâ aynı yerde durmayı tercih edenlere bir hatırlatma oldu, belki. Ama bu ülkenin bir de hafızası iyi olan halkı var. Bu sahne benim gibiler için derine inmeden yüzeysel, durumu ajite etmiş, zorlama olmuştu (Kürtçe’yi düzgün konuşan kadın oyuncuya rağmen). Klişe tabir “bilinmeyen bir dil” tekrarıydı.

Konuyla ilgili fikrini sorduğumda, Selim Temo “Kürt mağdur olsun, erdemli bir Türk çıksın ona acısın, Türk toplumunun vicdanı rahatlasın, Kürt de bana üzüldüler deyip mutlu olsun” demişti. Reha Ruhavioğlu ise “Türkiye toplumu Kürt meselesinde bir hafıza kaybı yaşıyor gibi, son üç-beş yıllık tarih var gibi davranılıyor. Bu sebeple, milliyetçiliğin de etkisini arttırdığı bir dönemde böyle bir sahnenin işlenmiş olması önemli. Kürt Sorununa Giriş dersi mahiyetinde olmuş. Ancak sinematografik olarak çok iyi bir sahne değil. İmge yok, dümdüz çekilmiş. Gerçi her şeyin vasat altına döndüğü bir yerde mesajı bu kadar doğrudan vermeyi eleştirmek de zor. Sonuç olarak sahne bir çeşit kamu spotu gibi olmuş.

Kürtler’in haklarının baskı altında olduğu bir dönemde böyle bir sahne Kürtler’in çoğu tarafından olumlu karşılanmıştır. Ancak elitler düzeyinde ‘hâlâ bu noktada mıyız?’ gibi tepkiler daha yüksek sesle çıkıyor. Çünkü elitler daha politik, onlara göre çok yol katedildi ve hâlâ bu noktada olmak tüketici geliyor. Ama genel kamuoyu için sahnenin müspet etkisi daha baskın. Buna elitlerle kamuoyu arasındaki makas farkı diyorum ben’’.

Beni öfkelendiren iki şey vardı: Birincisi biz bazıları için insan değiliz, yokuz gibi. Nesne gibiyiz bazıları için. Bir yerde unutulmuş anahtarlık, gözlük muamelesi görüyoruz. Bir başkası çıkıyor bizi buluyor, sınırları içinde bizi ulaşabildiği kadar insana hatırlatıyor. Kısa bir süre o sınır içindeki insanların dikkatini çekiyoruz. Sonra? Sonrası yok, unutuluyoruz, birileri bizi buluyor, hatırlatıyor, sonra yine unutuluyoruz. Bu yıpratıcı, öfkeye sebep olan, inciten bir kısır döngü. 

Sizinki anadil de bizimki değil mi?

Bugün bir videoya denk geldim; Erdoğan diyor ki, “Asimilasyona karşı en büyük silahımız geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza, ana dillerini, kültürlerini ve medeniyet değerlerini öğretmektir”. Başından sonuna kadar desteklediğim bir cümledir bu. Peki Türk’ün asimile olmaması kadar Kürt’ün asimile olmamasına neden karşısınız? Benim kültürüm size en fazla renk katar, neden buna karşınız?

Öfkeme sebep olan ikinci kısım videoyu dolaşıma koyup beğenisini dile getiren Kürtler’e. Elbette hepimiz aynı şeyi düşünmek, hissetmek zorunda değiliz. Sizlerden ricam size ait olanı lûtfeder gibi sunduklarında bu kadar memnun olmayın. Anadilimiz var ama konuşamıyoruz, birileri dile getiriyor hemen sahipleniyorsunuz. Sahiplenmeniz gereken hakkınız olan diye düşünüyorum. Diziyi izlerken yaşadıklarımıza üzülen ama ertesi gün unutan siz sevgili Türk arkadaşlarım size de bir çift sözüm var: “Görmezden gelmeyi terk etmediğiniz sürece” sizler de sadece bir film veya dizide belki bir kitapta denk geldikçe bizlere üzülüp acıyacaksınız. Sizden beklediğimiz şey bize acımanız değil, bizi anlamanız. Görmezden gelmeyi terk etmeniz. Çünkü hemhâl olmak, hemfikir olmaktan daha iyidir.

 

Gülbin Çakmak

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir